Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

3 Ocak 2012 Salı

Özlem kendisine bahşedilmiş anlamı içinde üşüdü ilk kez. Aynada manası ile yüz yüze gelecek olsa kendi suretinden utanır zannetti. Öyle bir yerdeydi ki özlem, ardına eklenecek her ek için kilometrelerce uzak, ikinci tekil şahsın her zamanda çekimine bir adım mesafesinde daha yakın. Ama özlem her şiire her yazıya konu olan anlamı içinde yalnızlaşıyordu günden güne hiçbir mısrayı hiçbir satırı tamamlayamıyordu artık. Yalnızlaşıyordu ve bir o kadar eksiliyordu yüreklerden; çünkü özlenmeye değecek hiçbir an kapıyı çalmıyordu artık.  Hissedebildiği tek gerçek beş duyusunun her hücresinde karıncalar gibi gezinen soyutluğundan başka bir şey değildi. Ne bir rengi ne bir kokusu vardı artık ne de damakta bir tadı, tende bir dokunuşu. Özlemenin güzel olduğu zamanlar, eskimiş demir rayların üzerinde kayıp bir şehre doğru yol alan anıların içinde; bakkaldan şeker çaldığı, boğaz köprüsünden geçerken şehrin ışıklarını yere düşmüş yıldızlar olarak gördüğü, yazları her pazar gidilen piknikte yemyeşil çimenler üzerinde yuvarlanan çocukluğu kadar uzak hatıralarda kalmıştı. Ama zamanla hatıralar buharlaşıyordu, buharlaştıkça anılar, yok oluyordu özlem ve kendini aradıkça yalnızlaşıyordu. Adı anıldığında anlamsız bir kelime olarak şekilleniyordu hafızalarda. Kimse tanımıyordu artık onu erken yaşlanmıştı, belki de kendinden uzaklaşmış uzaklaştıkça anlamını daha da çok yitirmişti. Oysaki sevdiğinden ayrı düştüğü vakitlerde her defasında yeniden doğardı,  bir hikaye olurdu, gözler okudukça yürekler hisseder duygular pencerelerini açardı nefes alabilmek için o da rüzgar olup dokunurdu satırlara başlı başına bir konu olurdu sayfalara. Pencereden girer, düğümlenir ve çözülür, gelişir ve sonuçlanırdı. Ayrılıktan dem vuran ruha kanat olurdu, bazen gözyaşı olur cehennemi söndürürdü. Ama şimdi o kadar değersizdi ki ağırlığınca bir duygu etmiyordu. Ne zaman ucuzlaşmıştı duygular? Kim gürültülü bir pazar tezgahında üç kuruşa vermeye razı olmuştu böylesine değerli bir duyguyu? Özlenen bu kadar acımasız olabilir miydi özleyene karşı? Bir önemi yoktu artık. Kimi özlediğinin de bir önemi yoktu bundan böyle tıpkı özlem duygusunun bir anlamı olmadığı gibi.

9 Ekim 2011 Pazar

Zamansız Sevgiler

"Sevgi zamanla olur." dedi. Sevgiyi zamana sığdıran bu insan, beni en karanlık kuytularına itti yüreğimin. Ben, Tebrizliden geriye kalan dileği avuçlamıştım oysa, aşkımı seyredebileceğim bir ayna dilerken, gözümden onun yüzünü geçirmiş, yüreğini yüreğime değdirmiştim. Rabbim ses verseydi ve deseydi bana da o ayna için ne bağışlarsın diye, hiç düşünmeden canımı sererdim sevdiğimin yoluna... Şems aşkına karşılık atıldığı kuyuda can verdi ,ya ben bir cümlenin üstüme yağdırdığı taşlarda kanıyorum... Sevgi işlerini çözmüş olmanın profesörlüğüne getirlmiş bir zihinde aşka dair kırıntı arıycak kadar fukaralaşmanın ruhumu ezdiği kadar kanıyorum... Sevgi kimya mı matematik mi? Us işi midir sevgi? Mertebeye erdiğin yerde profesörlük haşa, ne haddime garip bir aşık olmak yetmez mi bünyeye?... Şimdi bu dertli başı keskin hangi kılıç darbesi uçursa neye fayda, akıl baştan gittikten sonra?..."Sevgiyi zamanla anlarsın anlamını zamanla dillendirirsin" dedi gelecek zamanın hikayesine dönüşecek bir zamandan bahsediyor olmalıydı. Aşkta zaman var mıydı? Karşındaki insana sevgini haykırırken hangi zman geçmişte kalır, hangi zman geleceğe yönelebilirdi. Saatler, dakikalar, saniyeler hepsi o anın içinde severek mahkum olmaz mıydı?.. Zaman bir postacı olsa sevgiyi değil alışkanlığı getirirdi olsa olsa. İnsan o vakit, alıştığını severdi zamanla..."Her şey güven ve saygı ile başlar"dedi. ilk başta kendi sevgisine güvenmeyen biri için biraz fazla büyüktü bu cümle. iki göz mesafesinde atılan sağlam adımların adı ne zamandır güven olmuştu? Bir bakış, bir ses, bazen sadece bir kokunun sağladığı bu tanıdıklık hissinin ismi hangi arayı dereyi geçmiş güvene dönüşmüştü? Ben zamanın gerisinde mi bırakmıştım yüreğimi de yetişemedim bu fasıllara... Benim için sevdiğime dokunduğumda başlar güven tüm yaşanmışlıklarımı önünde soyunup sadece onunla giyinmeyi istediğim cesaret edebildiğim yerde başlar güven. Saygı dediğin sevginin kardeşi, saygının uzandığı yerin altındaki toprağın ismi sevgi.Saygının üstüne sevgi değil resmiyet kurulur ancak dolayısıyla sevgiyle başlar herşey ki; başlayan yoluna devam edebilsin ...  Belki ben kelimeleri süsleyen bir cambaz olabilirim ama anlatamam kelimelerle yüreğimin kırıklığını...

                                                                   ***

Ömrüm elektronik bir alet değil keşke öyle olsa son kullanma tarihimi bilsem ya da garantisini hayatımın; ama öyle değil. kalbim pillerle çalışmıyor ;keşke öyle olsa şarj edebilsem arada ama öyle değil... Bu dünyadan çekip gidecek vapura kendi ayaklarımın iradesi ile gidebilsem keşke ama öyle değil ne zaman almaya gelirler sınav kağıdımı önümden bilmiyorum senin sevgine ayrılmış bölümü en iyi şekilde doldurma isteği bu acelemin sebebi peşimden koşan atlılar değil...Sevdiklerimi son yolculuklarına hep erken uğurladım bunu biliyorsun o yüzden zaman öle değerliki benim için acele etmem hep bu yüzden...

16 Eylül 2011 Cuma

Yalnızca bize özel...

Nasıl oluyor da ümitlerin,terk edip gittiğin yerden, sadık bir dost gibi takip edip ayak izlerini yerleşiveriyor yüreğine yeniden? Nasıl oluyor deme işte, ruhuna huzur veren bir müzik bu göz açıp kapamana fırsat vermeden rüzgarla beraber giriveriyor pencerenden. Daha önce tanıştığın sevgilerin sahtekar yüzünü gösteriyor sana anlamsızlığını... Ayaküstü bir merhaba ile başlayan ve aylarca belki de yıllarca merhabanın ötesine varamayan aşkların farkındalığına  buyur ediyor seni. Ben aşkın ta kendisiyim diyor, bunu kalbinden dinleyebilyorsun çünkü; konuşan ağzın dili değil yüreğin kendi dili oluyor biliyorsun. Gözleri gözlerine öyle bir dokunuyor ki o an hayatı içiyorsun o bakışlardan ve sen yüreğinin sesiyle konuşan bu adama bir hoş geldin bile diyemiyorsun o vakit. Beş duyun birbirine karışıveriyor .Sen buna istersen rüzgara kapılıp gitmek ya da gözlerini kapatıp bir uçurumdan bırakıvermek de kendini belki zamansız bir maceranın ortasında düşüvermek aniden,ne yapacağını bilememene bir takım sebepler işte. Masalların gerçek olabilceğine  inanıyorsun bu anda ama aklın huzursuz sorguluyor bu işi. Hani büyülere inanmazdın?.. Nasıl oluyor deme işte gözlerine baktığında gördüğün çölün ortasında bir serap değil yada sevaplarının giriş için asla yetmeyeceğini düşündüğün cennetin bir hayali...Karşında bütün gerçekliğiyle soyutlaşan duyguların, somutlaşan varlığına bürünmüş  duran etten kemikten bir adam işte. Serap tadında cennetin kokularını savuran büyülü bir gezegenin içinde ve hepsi gerçek.Rüya tadında yaşamak istiyorum seni diyor gözleri, sanki yüreğine emanet, bırak kendini avuçlarına diye fısıldıyor rüzgar. Nasıl konuşur tabiat deme duyuyorsun işte şifa sularından çıkmış gibi elleri geziniyor yüzümde, içimde kurumuş tarlalarda yeşeriyor sebzeler ,meyveler çiçekler. Bu zamana kadar sağır kalan kulakların pası akıp gidiyor tutundukları yerlerden, börtü böcek bahara uyanmış gibi ötüşüyor. Sevişmelerini duyuyorum... dalgalar kumlara naz yapıyor, yağmurlar bulutlara... Mevsimlerin birbirlerini çağırışını, ayın güneş için batışını, güneşin ay için doğuşunu... yaprakların homurtusunu dalların çiçekleri doğurmak için çektiği sancıları duyuyorum. Aşkın kulaklarımda peyda oluşu… Kanatları olur mu insanın deme uçuyorum işte görmek için gözlerimi kapatıyorum hemde. Sen hayal de benim için gerçeğin ta kendisi...Bu kanatlar tanrının meleklerine bir hediyesi iken önceden, aşkımıza armağan edilmiş bir mucizenin yüreklerimizin saflığının bereketiyle doğan sevgimizin ödülü bize şimdi.Ne zaman istersek bizi birbirimize uçuran kanatlar bunlar. Anladın mı bu bir masal; iki yetişkin içinde çocuksu bir ruh, iki ayrı düşünce ama ortak bir yönde, her şey olağan akışında ve doğal bu bu en saf haliyle aşk. Dokunmanın ateşe dönüştüğünü görebilen gözlerin sohbetin ağızda şerbete dönüşen tadını hissedebilen iki insanın masalı…

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Bal-Kaymak

Uzun bir süredir hayatım konusunda çeşitli betimlemeler yapıyorum. Yaşadığım bu süreci (hayatımı) benzttiğim nesnelere, somut ya da soyut tanımlara, duygulara vs vs. baktığımda kendimi anlamsız bir bunalımın ve üzüntünün içine sürüklediğimi gördüm ama asıl şaşırdığım şey bütün bu olumsuzluların içine kendimi atabilcek cesareti nereden bulduğumdu. "Sevmek"... Belki de verilebilecek en basit aynı zamanda da en güçlü cevaptı. Sevda diye çıkılan bu yolda bir son vardı elbette. Bu son neden mutluluk olmasındı. Bir işe başladığımda, özellikle de inanarak başlıyorsam bütün olumsuzlulara katlanabilirim diye düşünüyordum. Sonra oturup tekrar kafa yordum bu olumsuz şeyi ben var etmiştim ve kendi mutsuz dünyamın tanrısı olmuştum. O halde dedim ki, sevmek geçiyorsa bu yazının içinde baştan yaratalım şu dünyayı.... Birde ne göreyim o karamsar duygular silinirken yeni doğan bu eşsiz duygumuzun adı AŞK oluverdi. Aşk olsun sana dedim kendime karşılık buldum sonunda =) hani o işine geldimi atlı koşturuyormuşcasına peşinden akıp giden zaman kafasına estimi tıngır mıngır sallanan zaman insanı yaşlandıran yoran o zaman var ya o zaman doğru bir bekleyiş sürecine dönüştü. Beni anlayan bir adam sundu yüreğime biz masalımızın adını koymadık çünkü masalımız bize ismini bağışlar diye düşündük. Birbirini gören iki gözün özgür bakışları var ufka bu aşkın içinde. Bal-kaymak tadında dünya bize. Korkmadık tattık ucundan biraz lezzetine vardık yavaş yavaş çiğnedik lokmaları çünkü koşmamıza gerek yoktu biz kelebeğe bakıp sadece ömrünü görenlerden değildik. Biz gözlerimizi kapatıp hayale yolculuk yapan kaşifleriz.Arada alıp bu bedenlerimizi, zihinlerimizi sessizliğe kaçırırız. Gözlerden başlayışlar ellere uzanışlar koklayışlar ahh ahhh, bakıp bakıp iç çekişler neler nelerrr =) ismini taşıyan rüzgarlarla içimdeki tek kavga. Her şey kıvamında o yüzden bunun tadı bir başka. Beklenti yok olması gerekenler ortada kurallar yok biz olmak demek kişiliklerden vazgeçmek demek değil. Biz olmak demek bende onu onda beni sevmek demek. Hem sevgilim diyor ki yaşamaya varım ben nefesimiz yettikçe yetmediği yerde buluşalım gökyüzünde. tek nefes tek soluk hepsi ucan bir halının üstünde tek bedende. kalbime yanaşan dilini seveyim..uzun lafın kısası gönüller mücevher olunca aşklar böle bal kaymak tadında olurmuş...

25 Haziran 2011 Cumartesi

sonunu düşünmeye gerek yok sonu baştan belli hikayenin

Güneşin kavuran ayları kurutmuş kalemimin ağaç gövdesini demek, yağmurun sesini duyunca peyda oluverdi kelimeler, dallarında açan meyveler gibi döküldü sayfalara... Defterimin beyaz yapraklarıyla oynaşan çapkın rüzgarlar da çıkmış gecenin ortasından. Kokusunu almışlar hüznün toplaşmış, tepemde birikivermiş soğuk görüntüsüne rağmen kalbi hassas bulutlar. Ansızın gelen misafirler gibi ama avutmak niyeti var gözlerinde besbelli, dokunsam ağlayacaklar benim gibi; zaten gülen yüzüme rağmen içimde taşıdığım kedere benzer, herşeye rağmen bulut işte belli etmese de bağrında hep yağmuru taşır... dertleri belli, içlerindeki ince sızıları dökmek çabasındalar aynı kederli gecemize. Gözyaşlarımı saklamak için bahenesine bakın yağmurların güya severlermiş saklanbacı... Hep derim zaten vefalı dosttur geceler, sırdaştır damlalar, yüksekten düşerler korkmadan değdi mi toprağa nefes, cana can verirler hasretle beklenen sevgilinin pişmanlığıyla geldiği gün gibi...Geceleri penceremden bakarken  küçük arka bahçemize, ağacın yapraklarını sarıya boyayan sokağın lambasına rağmen yeşili görebilmek, sarı kaldırımların aslında kasvete boyanmış bir rengi olduğunu bilmek, herşey karanlıkken gökyüzünün mavisini görmek, kocaman bulutların arasında yıldızların olduğunu sonra yüzü pencereme dönük her yapının renklerini ezbere sıralayabilmek işte böyle bişey sevmek böyle bişey karanlığın arkasında saklansa bile gerçeği görebilmek. Geceye birlikte bakan yürekler oldukça güneşi belemeye gerek yok zaten. Güneşi beklemek zamanı ötelemek ya çok geç olursa, hem güneşin doğuşuna kadar harcanacak zaman olur mu sevdanın sancısı vurmuşsa yüreğe. Giriş çoktan bitti bi kaç ucuz cümle ile. Ben görmek için rengini gecede kaldım sen gündüzlere yürüdün böle gelişti paragraf okuduğun bu satırlarda son mu? Tabiki ayrılık...

30 Nisan 2011 Cumartesi

Masalımın içinde sen, senin için"de" bir masal

Bugün yoktun yanımda ama aslında vardın sol yanımda. Biraz karışıktın yani, saçların gibi. Sonra içimdeki o çocuk seni aradı uzunca, saklandığın yerde sobeledi seni, uzaklarda değilmişsin aslında,bir baktı yüreğinde buldu seni onca çaba sonunda. Yoruldu, sonra dizlerine uzandı gökyüzüne bakar gibi seyretti yüzünü sen bir varmış bir yokmuş derken sözlerin masallara karıştı. Gözlerin yıldızlara,yattığı dizler bulutlara dönüşüverdi.Gözlerini kapadı, düşündü ve masallara inandı çünkü hayallerinde gerçeği gördü ve onu anlattı. Uzaklarda çok uzaklarda derken sen gözlerini açtı birdenbire ve prensini yanıbaşında buluverdi. Gülümsedi anlatanın dillerinde baldan şelale dinleyenin kulaklarında tatlandı. Duygular birbiri içinde yuvarlandı. Hissetti... Ellerini rüzgarda hissetti, teninde gezinen karıncalara baktı sonra kıpır kıpır oldu yüreği. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer top oynarken eski hamam içinde horozlar tellal iken pireler hamal iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir ses geldi beşikten beklenmedik bir zamanda aşk girdi içeri gönül denen eşikten. Bir el uzandı peşinden ve ruhuna mukaddes bir armağan geldi gönülden. Böylesine mest olmuş iken hikayeden bırakmak olmazdı seni bu darı saadet bahçesinden. Ayakları altında kum çöllere uzanırken sona yürüdü masal bülbül kadar tatlı gagasında nakkalın. Az gitti uz gitti dere depe değil ama altı ay bir güz gitti tek bir solukta uzun uzun yollar bitti dünya denen sofrada kadeh kadeh şaraplar devrildi yedi cihan bir araya geldi her baharın her rüyanın sonu geldi yalnız bu öle bir masalki nerde başladı kimse bilmedi anlatanın dilinde baki dinleyenin gönlünde sadık bilindi ve hiç sonu gelmedi....
bunuda dinleyin bakalım =)

19 Nisan 2011 Salı

Neden sana bu kadar uzak kalmayı seçtiğimi düşünüyorum. Bazen kendine acı çektiren bir psikopatın portresini resmeder gibi kendi yüreğim üzerine çiziyorum seni; ama hep acı tarafından bakıyorum yüzüne. Sana koşup yetişmeye çalışan ayaklarıma otoriter bir padişah edasıyla kararlı bir emir veriyorum ve keskin tek bir kılıç darbesi kesiveriyor iki bacağımı; sonrası olduğun yerde çöküş kan ve revan. Biliyorum canilik bu yaptığım düpedüz sadist bir beynin üretkenliği üzerine yönlendirilen hayatım. Belki fazla eleştirel belki biraz da ağır dozda ne fark eder. Anladığım gerçek acı çekmekten hoşlanış değil, belki de acılarımın içinde seni bulmaya çalışmam. Bazı insanlar yüreğine acı çektirmekten zevk alırlar. Ben keyifli bir kahkaha tufanı getiriyor bana acılarım demiyorum ki. Ayrıca benim acılarım mazoşist bir gencin günlüğünden çalıntı da değil. Ben Fuzuli’nin ayrılık acısına Mevlana’nın aşk arayışı, dost arayışı yolunda çektiği acılara hayranım sadece. Vuslat belki de hiçbir zaman var olmayacak. Ne önemi var, kim yolun sonunda ulaştığın isteğinde mutluluğu garanti edebilir ki zaten? Ne yani aradığımı bulamadım diye, ararken harcanan çabaları, verilen emeği çöpe mi atalım? Nasıl yani yürüdüğümüz onca yolu geri dönüp başka bir sapağa mı sapalım? Ne çıkarsa bahtımıza misali. Benim tek amacım kendi benliğimi seninle özleştirebilmekti evet hepsi bu. Tek bedende iki ruhu harmanlamak ve tek bir biz yaratmaktı. Varlığın olmadığı bir yerde yokluğun anlamsız bir bütüne dönüşmesi keşfedilmemiş bir gerçeğin ona ulaşmak yerine inkar edilmesi ile aynı yolda yürürdü. Seni hissetmek istiyordum sadece, sana dokunmak, yanında olmak gözlerine bakmak değil sadece hislerimi bütünleştirmek istiyordum çünkü seni hissettikçe var olabilmenin mutluluğu ile yokluğunun acısını köreltmeyi, bu duyguyu karanlık bir zindanda ölüme terk etmeyi istiyordum. Ölümün vereceği bu ızdıraba direnecek kuvveti ruhumda taşımak istiyordum. Her bir duyumla hissettiğim nesnelerin, duyguların gerçekliğine inanmaya çalıştırılırken yalancı şahitlerle, anın içinde varken, şimdi dönüp baktığımda bulabildiğim hangi gerçeklik, yeniden aynı şekilde hissettiren hangi his var ki. Bilemezsin sen çünkü düşünemezsin sen sadece severken düşünürsün iki kere ve yanlış yerde o zihnini meşgul edersin bu yüzden ben her aradığımda ulaşamam sana ama sen bütün bunlara rağmen hep gerçek bir sevgiden bahsedersin. Şimdi ben sana ne diyebilirim ki. Sana gerçekliğine inandırıldığın sevginle koca bir mutluluk dilesem mi acaba?

Başımızın üstünde yer edinenler...