Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Bekliyorum...

ne bu söylenenler şimdi
laftan bozma kahpe sözlerle mi açtı bu bahçeler
benim çiçeklerim değil mi sevdamı akıtıp yeşerttiğim gönlümde
kim bilir kaç çarşafta izin var da
yüreğinde aşk öksüz hala
uçurtmalar kaldı mı gökyüzünde bir bak
umutlarım da başka diyarlara göçte
el bağrında yeşeriyor sevdam
körelmiş gözlerimde solgun bir ben mi bu gördüğün
yoksa
ölmüş bir sen mi...
ses ver bana yüreğim
dört duvarda kaç farklı yüz vardı gecelerde
kaç kez dirildin toprağından yeni yeni sevdalara
kaç farklı ses duydun aşka dair kulaklarında
dinle...
hayır benim aşkım hüzünlü bir şarkıya teslim değil
yalancı bir falcıya muhtaç değil
büyük şehirin karanlık sokaklarında yalnız hiç değil
ellerimde ellerin
gözlerimde iki damla yaş
içimde bir parça umut
dudaklarımda ılık nefesin
ve cennet kokun burnumda
yüreğimde yüreğin varken sevgilim
hayır ne hüzünlü bir romanın baş kahramanıyım ben
ne de mutsuz bir sona yazılmış hikayem
bakma bana öyle bu gördüğün bir eser değil senden kalan
korkma karanlıkta yüzler hep böyle görünür
ölmedim aslında
beklemekteyim sevdanın mahşerini
şaşırma öyle, ufukta bir duman tütüyor evet
gördüm...
aşkımızı yüklenmiş bir gemi ufuktaki
bir gün gelecek
bir gün
herhangi bir gün
ama gelecek beni keşfedilmemiş bir aşk toprağına götürecek
bir sevda masalı başlayacak ahir zman içinde
sonu sana varan hiç bitmeyen bir rüya misali
bekliyorum şimdi
gebe kalmış yüreğinden sana doğacağım günü
tesbih taşlarında ismini heceleyerek bekliyorum
sabrı zikrediyorum dudaklarımda
dayanıyorum yüreğim...

25 Temmuz 2010 Pazar

Sevda "sus"uzluğu


Bugün bir kez daha anladım sevmenin bedeninde küf tutmuş bir alışkanlık olduğunu bugün üzüntülerimin dünya malı kadar geçici ve değersiz olduğunu öğrendim kaygısız cevaplarında ne yazık oysa kalbin sadece bedenine bir nefes can bahşederken değil en çok ruhuna bir damla sevda üflerken yaşamanın bir anlamı olurdu bilir msin? Nereden bileceksin sen sevdayı bir yemek gibi karın doyurma duygusuyla eşitleyip mutluluğa ulaşmaya çalışırken bir yalana iman etmektesin belki bilerek belki de bilmeden.bugün bir kez daha anladım bir şimal şehrinde özlediğim tek şeyin nemli bir sıcaktan başka bir şey olmadığını.içimde çaresizce boğulan bu duyguyu ölümün pençesinde son nefesinde yakaladım kendime geldiğim yerde gözlerin vardı ben umutsuz bir mahkum bir müebbet suçlu iken bakışlarında,sözlerim bir aşkla boğuşurdu yüreğimde tam peyda oluverecek derken konuşmamızın ortasında masaya gelen bir garson ya da aniden fırlayan bir dilenci çocuk gibi sözlerim içime akar kırmızıda bir süre bekler sonrada ufuktaki bir gemi misali kaybolurdu dudaklarımda; oysa o kaybolup giden gemide söyleyemediğim şey bakışlarının yazdığı cümlelerde fark ettiğim bir garip istiareydi; aslında gözlerini hep göçmen kuşlara benzetirdim gideceğin yeri bile bilmeden uçardın denizler üstünde sende sıcağa özlemliydin belki ama senin özlemin kavruk tenleri yakardı susuz yüreklere derman olamazdı asla. Geceleri sana benzetirim hep ağızlarına kilit vurulmuş karanlık derin bir suskunluk sanki ezelden esirgenmiş senden sözlerin mabedi bu dil. Öyle bir karanlık o karanlığını seven yıldızlardan bile habersiz… oysa nefes gibidir bende sözler damarlarımdaki kanı kalbime hızlıca pompalayan iffetsiz bir kahpe gibi kıvrılır nazlanır giriverir koynuma bazen silah gibi tek kurşunu başka bir alemin kapısı…susmak sevgilim, sanarsın ki en iyi cevap belki sabrın tek kalkanı belki de kadere emanet bir eylem gibi görünsede eylemsizliğin ta kendisi daha çok da çaresizliktir aslında, kabullenmek her şeyi ,haklıyken haksız olmak gibi ya da boşvermişlik içinde bir tutam umursamazlık… oysa başka bir dünyamız olmalıydı bizim gözlerimiz susarken sadece yüreklerimiz sevişmeliydi ama o dudaklar aşkı fısıldamalı bizi yaşatmalıydı hep seninle var ettiğim ömrüme bir destan yazmalıydı.
Gizem GÜZEY

15 Temmuz 2010 Perşembe

"O" ilk şiirim

İçimde biriktirdiğim umutlar kovuyor yalnızlığımı
Sensizliği silip atıyor geceden
Zifir karanlık korkularım akşamlarda
Gördüğüm bir tek gözlerin
Soyut bir düşün en somut parçası bakışların
Kahraman bir savaşçı misali korkusuz yüreğim
Seni kuşanmış bir zırh gibi,çelikten
Sabırlı ve hasretine dayanıklı
Ne yabancı eller değebilir bu yüreğe ne de seni alıp götürebilir en derininden
Sonbahar kadar yalnız,çaresiz dökülürse yapraklarım
bilirim geleceksin bir gün
Güneşi yüreğinde parlayan bir yaz sabahı gibi
sıcak ve nemli
yakacak yüreğimi aşkın alev elev ve
mutluluk yağacak gözlerime
bilirim geleceksin birgün
barışa susamış topraklar gibi
zafere kavuşacak aşk
ve yüreğim bir anne gibi aşkını ilk defa kucağına alacak
bir bahar şenliği içinde şarkısı çınlayacak sevdanın kulaklarımızda
ve ben çölde bir mecnun kadar susuz kalmışken aşkına
çağlayan yüreğinden içeceğim aşkı doya doya
kokunu bana getiren rüzgarlara
gecemi aydınlatan yıldızlara
her gün yeniden yeşeren umuduma
ve iyileşebilmem için gereken tek ilaca,zamana
sonunda senin olduğunu bildiğim her yola
selam edeceğim
gözlerimde hüznü silen bir rüzgar eserken nemli ve sakin
mutluluğuma ağlayacağım sessiz ve derin.


Gizem Güzey

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Ferhat'ın Hikayesi



dededen yadigar evi dün gibi hatırlıorum
bahcede ki salıncağımı sonra ortada içi boş bi havuz ama küçük..
tel bi örgü vardı arası toprak.Ne bitiyor bilmiyordum...
olan bitenden, ne haberim vardı
nede, nedenlerin sebeplerini anlaycak yetiye sahiptim.
çocuk olmak böyle birşey işte ...
bizim ev pazar yolundaki esnafların naraları kadar gürültülüydü
onlara mı özeniyorlar yada insanlar sağarmı die düşünmeye tam başlıyordum ki
büyümüşüm... portakal kabugunda güzelmiş...
eskilerde bıraktığım ve hala çocuk kaldığım o anlarda eksik olan sevinçlerim şimdi ise yok olmakla meşguller..malesef bu doğru
özlediklerim oluyor, keşkelerim boğuyo die devam edicem ama çok nasıl desem tregedyan bişi çıkıcak ortaya o yüzden bunu havada bırakıcamm...
çocuk kaldığım; evet... babamın cebinden çıkan en sevdiğim çikolata cebinde üretiliyor sandığım diyim yada işte o..
çocuk kalışlarımdan bitanesi.sonra anason kokan bi muhabbet balkonda..rakıdanmış geç öğrendim
o muhabbete çocuk kaldım...
adını hiç bilmediğim bi amca çıkıyor karşıma...yaşımı hatırlamıyorum ama hala omuzlara çıkacak kadar küçüğüm yada lider bi havam var bilmiyorum...bahsetmiştim ya babamın cebinde üretilen çikolatadan... işte onu almaya çalışır benden kahramanım babam beni kurtarır ve hayran oldugum adam benm sevgili babam...en çok buna çocuk kaldım...
yarım kalan yaramazlıklarım karpuzun çekirdekleri kadar kafa karıştrmazdı belki.. saymaya kalktınız mı bilmiorum ama bu bile çocuk kalmaya yeter heralde...
şimdi nerdeler??????????
karpuz çekirdekleri o meşhur çikolata salıncak yaramaz amca bak oda çocuk kalmış...
yarmaz olan herşey çocuktur... güzel...
kapatıyorum gözlerimi şimdi... evdeyim
ahşap merdivenler var. yukarda korkuların arasndan izliorum kendimi çocukluğum artık anason kokan muhabbetlerde ama benim kafamın içinde mayhoş bir tıngrtı var... eksik olan bişeyler var beklediklerim oluyor.
babamın omuzları hala şevkat kokuyor
kayboldugum sokakları daha yeni yeni buluyorum
eskiler 45plaklar kadar var pahabiçilemez markalar 8 kanallı televizyonlar radyo vs vs vs...

babama çocuuk kaldım
omuzları terli şevkatli ve ahşap artık...o olmasada çikolata biyerlerde


**çok tatlı bir arkadaş kendisi Ferhat Kahraman kendi kadar tatlı bir hikaye yazmış paylaşmak istedim onun bu hayalimdeki afacan halini sizinde görmenizi istedim..İstanbul yeni sahne karşınızda ferhat (=

ÖZEN"dim"

Annemin küçük kızı değilim artık diye isyan etsemde çoğu zaman,aslında gerçekten kalmak istediğim yer o sıcak kucak,olmak istediğim kişi o küçük kızdı hep.Seninle bir deniz kıyısında oturup, susmanı uzun uzun dinlediğim o günden beri özlem gözyaşlarımı daha bir çok savuşturur oldu.Bir kaşık dondurmayla denedim içimdeki ateşi söndürmeyi ama gözlerimin önünde oda eridi bir süre sonra.Heycanın bir tadı vardı seninle bakkaldan gizlice çalınan bir şeker gibi, özlediğim o küçük kız olmuştum yeniden yasaklar daha bir çekici... senin kadar olmasa da beyaz atında bir prens kadar cazipti hani!Sen mahallenin yaramaz çocuğu gibiydin seni dikdörtgen bir pencerenin gerisinde karşımda ilk gördüğümde büyük bir suç işlemiş, masum gözlerinde kendini affettirmenin derdini uzun uzun taşımış ve kılıcını kuşanmış,savaşa hazır bir şovalye gibi bütün cesaretinle karşımda duruyordun.Yanılmamıştım,öyle de oldu zaten kısa ömürlü ama ağır kayıplı bir savaş verdik içimizde kazananı olmayan bir savaş kaybeden sadece bir hiçti.Hatırlarım her halinde ruhunun, dudakların hep tebessümü resmederdi yüzüne.Şimdi bende "Hoşçakal" derken sana aynı gülümsemeyi yaşatıyorum dudaklarımda ve büyüyorum bir parmak daha.

** Bu yazı çok sevdiğim bir insan içindi paylaşmak istedim.Daha doğrusu "VEDA"mı bu şekilde yapmak istedim.Dalgın ve yorgun kendisi bu aralar,bir gemi kaptanı, dümeninin başında, gideceği rotayı çok iyi bildiğinden eminim.Dalgalı denizinde kendisine iyi yolculuklar diliyorum.Zaman kendisini hiç bekletmez umarım...

13 Temmuz 2010 Salı

Girizgah

Madem ki içimizden yazmak geldi başlayalım o zaman dostlar.Uzun zamandır bir romantik akımın içinde savruluyorum Allah sonumu hayır etmeli mi bilmiyorum doğrusu; ama bir şiir ülkem var bilgisayarımın belgeler klasörüne hapsolmuş.Saatimi bu zamana ayarlamamıştım aslında ama kısmet bugüneymiş bağımsızlığını isteyen küçük devletler gibi ayaklanan bu üç beş satıra daha fazla direnemedim ve bir anlaşma yaptık aramızda.Yakında özerk olacaklar.İçişlerinde serbest dış işlerde bana sonuna kadar bağlı kalacaklar(= merak etmeyebilirsiniz ama ben yine de atraksiyon olsun diye hemen kopyala yapıştır eyleminde bulunmayacağım.Sinemalarda artistik bir tonda kulağa bir ses gelir "coming soon" benim de olayım bu bebeğim (= abartmamın alemi yok biliyorum ama "içimden geldi" işte yazımı bitirirken hepinizi seviyorum gibi polyanacılık yapamayacağım kusura kalmayın. Beni bekleyin anacığım diyorum ve öpüyorum (=

Başımızın üstünde yer edinenler...