Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Kasım 2010 Perşembe

"Aşk"

Pişmanlığın cehennemimde yanmaya hazır olsaydı şayet,nefretinin içimde bir volkan gibi büyemisine izin vermek istemezdim. Asla ama asla, ismini, içimde bir kinle yetiştirdiğim düşman ordusuna teslim etmezdim yüreğimde. Her esaretin doğal sonucudur özgürlük. Ölüm ya da yaşam farketmez ikiside bir sonun başlangıcı değil midir ne de olsa? Seni esaretim dahilinde mahkum ederken sevdama özgürlüğün bedelinin ikimiz içinde ağır olacağının farkındaydım aslında. İhanet affedilmez bir suç olsaydı eğer Tanrı tövbeyi var kılmaz. Kul tövbe kapısını aşındırmazdı günahları diz boyunu aşmış, boğazına yapışmışken. Hatalardan dönüş olmasaydı geriye eğer, derin sularda boğulmanın acısını duyardık hep. İnsan olmayı öğrenmenin, bir ben yaratmanın yolu değil midir tabelasında hatalar yazan bir okula kayıt yaptırmak her şeyi bilerek? Bu dünyada yanmayı seçmek öteki dünyada cehennem denen o ateşe bir hazırlıktır aslında. Şeytan, her aşkın ayrılık kısmında ağlayacak bir omuz aradığında yardıma her zaman hazır bir melek, unutmak adına girdiğin yolda en iyi çaredir bilirsin. Ama şeytana uymak şeytanla yaşamaktan daha da çok günahtır aslında. İşte bu küçücük nokta seni bir anlık heveslerin bağımlısı yaparken beni bu aşkın günah keçisi ilan edilmemin tek sebebi. Sevdanın sokağına girerken ilk başta gözün ışıl ışıl bir yol görsede, sokağın tam başında kaçırdığın "çıkmaz" yazısını farketmezsin işte buna "Aşk sarhoşluğu" buradaki o ince noktaya da bakmak ve görmek farkı denir. Bakıpta göremediğin bu çıkmaz yolda geçmişten birikenlerden kendine bir yer seçer ve sokağın başına yaklaşan yola yeni bir yol olursun artık. Sokağın bu çıkmaz sancısında geriye gitmek imkansızdır çünkü geride bıraktıkların sadece iyi anılardan ibaret değildir. Geçmişinle yüzleşmek seni bu çıkmaza hapis eden nedenleri aramak, hiç bilmediğin topraklarda altın aramaktan daha zordur çünkü hataları gömdüğün yerden bildiğin halde çıkarmak ve onları yeniden yaşamak bu sefer de "pişmanlık" kuyusunda boğulmaktır.Seni doğru bildiğin yolda yanlışa götüren bütün hataları karşındakine bahaneler bularak, suçlayarak kendini rahatlatmaya çalıştığın bu noktada da yaptığın yeni bir hata yine doğru bildiğin yolda bir yanlışla karşılaşma sürecidir. İşte buda kopan iplerini tekrar tekrar bağladığımız ilişkimizin "kısır döngüsüdür" Demek istediğim sevgilim; " Aşk yaptığın bir günahın bedelini çok ama çok acı bir şekilde ödemektir".

28 Ekim 2010 Perşembe

Farkında olmadığım bir sevdanın nişan almış ve yüreğime birazdan ateş edecek olacağını bilseydim eğer zaten yorgun bir aşkın içinde kıvranıyorken bedenim öncesini sayfalarımdan yırtıp atar, el değmemiş bir aşk romanı için kollarımı sıvardım çoktan. İstediğim bu değil miydi? Hep beklediğim? Arayıp, bulamadığım?... Daha çok başlarında bu sevdanın seni böylesine severken aynı anda beni bu kadar mutsuz eden şey gözlerinde sadece kendimi görememek mi yoksa daha birbirimizi bile tanımıyorlarken, hayatımıza giren başka başka insanları tanımaya çalışma çabasında mıydı? Kalabalık dünyanın içinde seni kaybetmek korkusu muydu yoksa?... Sana sımsıkı sarıldığım bir gecede yalnızca kokun varken burnunda, nefesin varken yüzümde ve sen sessizce uyuyorken yatağında sana bir kaç cümle fısıldadım yüreğimde duyduğum özlemle: "Sadece sana açan bir çiçek olmaya hazırım,toprağına, suyuna, güneşine razıyım. Peki ya sen? Sadece benim için yağmaya benim için ışık olmaya hazır ve de razımısın?" Gece yüzünü sabaha çevirdiğinde içimde yine aynı korkuyu hissettim. İnsanların oluşturduğu o kalabalık dünyadan sırf sana ulaşmamı engelledikleri için korktum. Denedim gözlerimi kapatıp sana yürümeyi denedim. Yapamadım. Bu her şeyi göze almak mıydı? Kapımı çalmayan o mutluluk ya başka bir yüreğin kapısını çalarsa şimdi? Biri o kalabalıkları teker teker geçerse? Kendi yalnızlığım bana dört duvar içinde daha mı kalabalık görünürdü bu sefer? Söndürmek yanan bir mumu, yavaş yavaş erimesini beklemekten daha mı cesurcaydı? Bilemedim...Eğer gitmeseydi yüreğim yüreğinden seni en tutkulu aşkın kahramanı yapabilcek kadar gücüm vardı sevmeye çünkü sevmek benim için yalnızca ikimizin kurduğu bir dünya içinde, küçük bir hikayeden büyük bir destana dönüşebilirdi ancak. Hayatım boyunca en sevmediğim sözü istemeyerek de olsa kabul ettim sonunda. "Sorun gerçekten sende değil bendeydi galiba."


21 Ekim 2010 Perşembe

Bülbüle "AşK"

Sustum… Sustum çünkü bülbülüm kanatlandı dallarımın üzerinden; o değil miydi ki bir tek beni anlayan, hikayemi şakıyan, o küçücük gagasından bir mucizeyi seda eyleyen ? Dikenlerime rağmen acıyı neşeye taşıyan? Aşkıyla bana, aşkımla ona bin bir masalı anlatan? Neredesin?.. Bir tohum olsam düşsem toprağıma, yeniden açsam baharına, bin bir azap çeksem yağmurlardan güneş yoluna, çilemi doldursam tekkemde gelir misin biçare gönlüme yeniden? Bülbülüm, azap var kan kırmızısına rengimin, azap yine söküp atamadığım dikenler üstüme. Seni benden aldı aşk hırsızları bir muhabbeti çok gördü gözleri, aşkımın sesi sende, beddahlarn kulaklarında bir işkenceye büründü. Oysa ne de güzel yanardı sesin ruhumda bir musiki tadında ama nazara engel değil dualarım, acıya hasretim şimdi… Her çiçek sana hayran, sen güle renk güle hayat, sesin kulaklarda dalga dalga ahenk. Kıskanırım yalnız bana yazılsa da kaderin beni söylese de yüreğin sen güle hasret güle keder güle ayrılık şimdi… Elemi bana neşeyi sana sunardım, asıl keder hasretlikmiş,senin yokluğun toprağımdan sökülmek, kuruyup dökülmekmiş. Neredesin?.. Ayrılığını gizlemekten bitap halim. Aşkını soldurmaktan korkarım. Beklerim kırıp kafesini gülü yeniden güldüreceğin o mesut günü. Kavuşmak umudu bilmez misin bülbülüm takvim takvim beklemeye değer. Bende öyle bir umut var ki cihan cihan görmeye değer.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Hazan

Hazan… Arka bahçesinde yüreğinin efkarına açan tek çiçeğin adı… Hüznün mevsimi… Yazın bitişinde, dökülen yapraklarda, yağan yağmurlarda, sıcak bir bedenle sevişen o soğuk rüzgarda hazan. Toprağına su verip güneşi esirgeyen sevgilinin hasretinde… Sinesinde yaşanacak kışın ağırlığı, düğümlenmiş boğazında yüreğinin haykıramadığı acıları. Beyhude geçti ömrü vagonların karanlık manzarasında, duman altı sefalet ciğerlerinde şimdi geçmişten kalan. Düşünmemek adına bahaneler aradı sanki elini üşüyen camın nemli yüzünde gezdirirken. Gözlerindeki yarı kurumuş bu yaşlar cevap mıydı yoksa kaçışı mıydı sorulardan bilemedi. Uyumak hatırlamak demekti yeniden yaşamak olanı bu sefer daha da derinden. Direnemediği yanlışlarında onu düşündü uykuya direnmek daha kolaydı bu yüzden. Gözlerinin altında beliren morluklar yüreğindeki yaralardan daha acı değildi onun için. İçini kemirip duran bu illet aşkın en ağır bedeliydi biliyordu ama bildiklerini de unutmak istiyordu. Bu sona giden yolda her şey sevgiliden bir hatırayı geride bırakacaktı geçmişe yazılacaktı hatırlanmamak üzere yaşananlar. Yeşerttiği her çiçek solacaktı bahçesinde bir tek hazan ona hep yadigar kalacaktı. Mahzun gönlünde hep yaşayacaktı.

29 Eylül 2010 Çarşamba

''Özlemek''

Hep olduğum yerde, biraz yaşlanmış çok az da dağınık ama bir kalem bir de kağıdı kendine yük saymayan, evvelinde güzel bir ağaçken yeşil yapraklarında çiçeklerle, şimdi bir masa ne kadar yorgun gelebilirse insana o kadar bezgin bu tahta parçasının üzerinde aslında hiç olmadığım bir yerde gibi hissederken kendimi daha önce var etmediğim düşüncelerimin karşısında sorgudayım.
Sen ne geçmişten gelen bir günahın bedeli olabilirsin ne de yasaklanmış bir geleceğin yansıması… Bir depremden geriye kalanlar değil, bir enkazın içinde bir umut arama çabasında da değil yüreğim, seni hayatıma armağan eden kaderim, bu uzun bir kıştan sonra yaza duyulan özlem de değil. Sende ne varsa adı aşk bile değil belki yeni bir sözcük ya da aynı sözcükte başka bir anlam aramak gibi hep bir yeniyi yaratma çabası seni tasvir etmek düşlerimde sana yakışmıyor var olan olmuş ya da olacaklar. Kalbimin yalnızlığında değilsin sen, sen hep benimlesin. Bulutlu gecelerin yıldızlara hasret kaldığı geceler gibi değil, sana ulaşamamaktan, yanımda olmayışından değil hasretim seni ne kadar çok bulut saklasa gözlerimden ve yağmurlara teslim olmuş olsam ya da güneşli bir günde bulutlara uzansam senle fark etmiyor kanatlarımda hep hasretinin yükü…
Doğrular yalana batmıyor denizinde nefesim yetmiyor bedenime. Sana dair ihtimaller sakin dalgalar gibi boylu boyunca ıslatıyor kumsalları seni bende var eden ihtimaller korkuya dönüştüğünde gelecekte seni yalnızlığıma bile unutturmak istiyorlar seni benden alacak gemileri en büyük rüzgarlarla en büyük fırtınalarla bir vuruşta alabora edip sende boğulurken kendimi kaybetmemi bekliyorlar. Bilinçaltımda eriyen bir geçmiş gibi seni bulanık suların akıntıları arasında kaybetmemi umuyorlar ama sen mantığın bittiği yerdesin şimdi, bir bilince ateş etmek bile seni öldüremeyecek kadar güçlü bedenimde. Yüreğim aklımın sözünü dinleyemeyecek kadar yaramaz ve küçük bir çocuk ve yüreğime yetişemeyecek kadar da aynı heveste.
Özlemek zordur biliyorum. Dikenli bir yolun başlangıcıdır hasret derler. Soğuk ayazlar da üşümezmiş insan sevdiği yüreğinde seslenirken ona düşüncelerinde bir uzun muhabbetteyken sevdayı soldurmazmış bahçesinde özlem acı acı vururmuş rüzgar ile cama vuran yağmurlar gibi, gözlerde yaş tükenmezmiş ama aynada gördüğün tükenmiş bir sen değil sevgilinin resmi olurmuş. Alışkanlık olsa keşke bu özlemin nedeni baş edebilirdim o zaman ya da ayrılık olsa temelli, unuturdum gideni özlem de peşi sıra unutulurdu belki yalnızlığa karışırdı bir duman gibi sonra yeni bir sigara da başka bir duman üflerdim kim bilir. Özlenen sensin ama yaşanmamış sevdaya adanmış bir dileksin. Sen basit bir dünya da özlemeye değer gördüğüm tek kişisin işte bu yüzden zor da olsa yollar çıkmaz değil bana. Her şeyi öğreniyor insan zaman nehirlerle, mevsimlerle, yollarla yarışırken her şeye alışıyor insan. Uzaktan tanıdığı bir insanı özlemeye alıştığı gibi.
Şimdi gece tüm hayat uykuya dalar bir ben boşlukta gözlerim seni ararım. Geleceğimde seni bulduğum yerde kilitlerim düşlerimi. Ve ben özlenen uğrunda hasrete çaresiz boyun bükerim çünkü ben ‘’her şeyi sana yazdım seni de her şeye’’. Adını hasretime sevdanı yüreğime yazdım.

22 Eylül 2010 Çarşamba

"Yalan"

Peşimdeydi uzun zamandır, nicedir takipte… Zaman aktığı yerde yorgun ben dizlerimin üstünde bitkin perişan bir yalana yataklık etmek suçum ve giydiğim hüküm süresiz, vicdana acı çekmeye mahkum. Korkak bir bedende ne kadar sakladımsa yalanı seni de öyle sakladım çaresiz yüreğimde el nasıl yetişmezse zor zamanda imdada nasıl dönerse yollar çıkmaza nasıl gelirsen Azrail ile son randevuna ve nasıl bir eşiğinde tek ayağının üzerindeysen kararın saatler içinde dakikalar dakikalar içinde saniyeler nasıl atlı bir süvari olup hızıyla yarışıyorsa rüzgarın ya öleceksin ya kalacaksın da titriyorsa bedenin terk ediyorsa aynı hızda damarlarını kan ve beyninde bir patlama vuruyorsa şakaklarına seni kaybetmek korkusunda buluşuyorsa aklım ve kalbim yalana sarılırım denize düştüğümde bir yılana sarıldığım gibi. Bedeli ebedi bir ipte yürümekse ve düştüğümde alevler kucaklayacaksa bedenimi razı gelirim bir gece kaderime geldiğin gibi çaresiz. Ne geri kaçabilirim, arkama bakmadan yürüyebilirim geldiğim yolları yeniden ne de sana varabilirim koşar adım saygısız ve duyarsız. Bir elveda peyda olmaz, suskun dudaklarım bir vazgeçiş adanmaz yaşanmamış bu sevdaya. sen susuzluğuna çaresin kuruyan bir vücudun sen hayallere eş değer sen beklenen özlenen sen hep bir yerlerde aradığım fakat bulmaktan korktuğum şimdi bu kadar yakınımda kalbini dinlemek toprağına akmak bir nehir gibi ve bir bebek hasretiyle doğurmak sevdayı hem bu kadar basit hem de bu kadar zor işte. Sen hayallerimde uçan bir dileğin avcısı avuçlarında sımsıkı tutarken bir sevdayı sana, gözlerine bakarken susmak bu kadar zor işte. En büyük erdem vicdanımı dinlemekti en büyük erdem fedakarlıktı en büyük erdem yalandan vazgeçip yokluğunu göze almaktı en büyük erdemdi tek bir doğrunun içinde yeşeren yalanın kanayan dudaklarımdan bahçene dökülmesi sonbaharda dökülen yapraklar gibi acı verici biraz ürkek biraz tedirgin. tedirginlik üşütür insanı ama sensizliği göze almak kadar soğuk olmaz gecelerde düşünceler. Bir kürek kazmaz mezarı bir katilsen ellerinde kan tırnaklarında topraklar yatar bir masumiyetten arda kalan. Yalanın üzerini örter toprak saklanır sessizlikte bekler gün yüzüne çıkacağı sabahı benim kabuslarımı beklediğim gibi; ama sen bu kadar gerçekken ve bu kadar bendeyken yüreğim varamazdı ihanete her şey göze alınmışken ve bir ok gerilmişken yayında ve ben hafızamın en derinlerine seni çizerken bir daha göremeyeceğimin umuduyla en büyük ödüldün sen ve varlığındı beni terk etmeyen varlığındı beni bekleyen ve beni özleyen.

16 Eylül 2010 Perşembe

Seviyorum...


İtiraf duvarının dibinde yüreğime diz çöktüm, esir kaldım gözyaşlarıma bir sevda armağan ettim kurumuş bir çöle bir damladan bir derya bağışladım toprağıma ve seni çektim ciğerlerime, hayatı seninle gördüm damarlarımda bir kan gibi taşıdım seni yüreğime. Sen geldin bir öğleden sonra halsizliği, iki kadeh şarap sarhoşluğu tadıyla sarsılırken bedenim bir uçurumdan kendimi rüzgara kaptırdım kanatlarımı keşfettim beni sevdanın cennetine uçuran. Gözlerimde doğdu güneşin içim serin sularda ürperdi. Gece avuçlarımdan salıverdim seni dilediğim her yıldızı yeniden gökyüzünün yalnız karanlığına. Bırak uçurtmaları gökyüzünde dans etsinler sevgilim maviliğine taşısınlar sevdamızı habere sal güvercinleri uçsuz bucaksız köysüz kasabasız damsız dumansız bitkin ve yorgun, terk edilmiş ve yalnız şehirlerde ferman buyursunlar aşkımızı bir masal bir destan bir medeniyet bir tarih bağışlasınlar dünyamıza bizi var kılsınlar, özgür bıraksınlar demir parmaklıklarda, zindanlarda aşkı. böyle büyük sevelim, öyle büyük sevelim ki, aşkı; acı, keder, elem sillesinden, soyutluğundan umutsuzluğundan ve yasaklığından öteye taşıyalım. İzin ver sevgilim seni benden beni senden yeniden yaratmama izin ver sevgilim bırak kederi gözlerimde mutluluğu fısılda kulaklarıma bir şerbeti tadalım dudaklarımızda özlem hasretse gözyaşlarımızı savuşturalım birer birer. Seni yaşamanın hazzında boğulayım. Bir kar tanesi nasıl erirse avuçlarında öyle düşeyim gökyüzümden saflığa ve temizliğe bahşedilen beyazın aşka adanmış masumiyetiyle. Sevgilim… Geceyi seninle bitirmek koca bir günün ardından ve yeniden sana uyanmak bir akrebin yelkovanı kovalaması gibi rutin bir alışkanlığı düşlerimin iki doğrunun kesiştiği yerde hep zaman. bu aşkın haletiruhiyesi kendimi seve seve teslim ettiğim dört cümle bir şiir ve eşlik ediyor baki bir sona ve sondan doğan her yeni başlangıca “yağmalanıyor şehrim çehreni her görüşümde, içimde mahpus suçluların çığlıkları var.
Sana her ulaştığında sessiz imdadım, içimde eski bir bayramdan kalma o arsız çocuk var.” Ruhumu konuşturuyorum bu dört cümle bir şiir nabzımda şerbetlenirken son demiyle. Denizin mahremiyetinde sandallar sularla sevişirken içimde dudaklarından kalma günah tadında bir his titriyor. Seviyorum ama cılız bir toprakta açan tek bir çiçek gibi o çiçeği yaşatmaya çabalayan bir bulut gibi bir güneş bir toprak gibi seni seviyorum bütün sevgileri söküp yüreğimden sana adıyorum varlığımı, benliğimi… Şeytanımı söküp atıyorum sana sunuyorum dostluğu, merhameti, iyiliği… Bu yüreği söküp atıyorum, sana nefes alıyor sana yaşıyor seni sayıklıyorum. Hayata senin yüzüne bakar gibi seni her an arar gibi seninle ama sensizde bakabiliyorum. Seviyorum çünkü ben çok uzaklardan ikimizi seyrediyorum ve bende baki ruhumuzu dinliyorum...

24 Ağustos 2010 Salı

Gözyaşı bırakmadım gidişine...

Sen düşlerimin kalemiyle yazılmış bir Ademoğlu senin için dalından taptaze koparılmış bir yasaklı elma şeytanın avuçlarında… bakışlarında kilitli kalmış sırlarımın içinde soluklarım telaşlı ve kıldan bir köprünün taşıyamayacağı kadar çok ihanet barındırmakta bedenimde avuçlarım terlerken avuçlarında nefes nefese sevişmek hazzını duyardım titreyen zayıf bir vücutta. bir Havva olmak isteği rüzgar kadar şeffaf ama etkili bir lodos sıcaklığında ertesi uzun ve şiddetli yağmurlarda saklanmış. Gözyaşlarımın elçisi bir bulut kadar uzağımda başımı göğe her kaldırışımda gördüğüm ama asla ulaşamayacağımı bildiğim noktada. “Benim için bir damla çok mu gördü gözlerin?” senin için bir derya yaratsam yetersiz ama ağlayamam sevgilim affet gidişin imkan dahilinde olamayacak bir ihtimalken ben aşkımızı yeşerttim sadece yüreğimde tek bir gözyaşı bırakmadım gidişine….

5 Ağustos 2010 Perşembe

"Günaydın Sevglim"


Bazen düşlerim hiç olmadığı kadar derinleşir yosun kokan bir deniz kenarında, sonbahar sabahında.Sessiz sakin bir günde duaya açılacak eller, birtakım işler yoluna uzanacak simalar gizlidir hanelerinde bu şehrin bu vakitler.Ben yosun kokusunda ince yağmurlarda açarım gözlerimi bu küf tutmuş kimbilir ne vakitten kalma bir eski bankta birazdan kalkmaya hazırlanacak vapurun tam da yanıbaşında. Daha yeni yeni hareketlenir börtüler böcekler, toprak gerine gerine uyanır uykusundan benim memleketimde işte o vakit bende bir yalnızlık belirir derin düşüncelerimde sana rağmen sakladığım. İmkansız bir aşkı okuduğum satırlarda buluşur hayallerim seni arar her şarkıda çaresizce bir umut koparabilmek için bu yozlaşmış sevdadan iki cümleyi anlamlı kılma çabasında birleşir bir yapboz parçası gibi oysa yüzüme çarpan her damla bir dalga olsa sürüklenesim kendimi bırakıveresim gelir kollarına sende bilinmeyene susamak yabancı bir dünyaya varabilmek telaşında olur düşüncelerimde zalim ve imansız.kader deyip salıvermeyi bir uçuruma bu acıyı,şu beyaz martıya bir simit parçası olarak fırlatıvermeyi,ya da tren istasyonunda terk edilmiş bavul olmasını bu acının, içimden çıkarabilmeyi her yerine kilit vurulmuş bir kutuya hapsetmeyi ne de çok isterdim bir çatı katında unutmuş olabilmeyi.bir süre kapadım gözlerimi yağmurdan sonra bir toprak kokusu vurdu ciğerlerime işte o anda bir bağımlılık aradım senden başka bir sigara yaktım astımdan boğulur gibi derin derin çektim her bir zehri içime ne de çok benziyor bu his sana beni bitiren bu zevki her yudumda seni sever gibi bir yalana koşulsuz inanır gibi,görmezden gelerek bildiklerime inat ederek,bir masumu suçlamaktan pişmanlık duymayan bir cani kadar duygusuz umursamaz merhametsizce misafir ettim bedenime her bir dumanı bir hayali çizercesine üfledim. Baktığım her şeyde bir bitmişlik hevessizlik sezdim gözlerinde büyüttükleri dertlerini kirli satırlarda okudum isyanlarını işittim bir uğultu gibi kulaklarımda bugün, güneş sanki doğmak istemiyordu yalnızlığıma,vapur bu ağırlık bu tekdüzeden yorulmuş omuzları önde bir cüzamlı gibi parça parça inliyordu dumanı sigaramın dumanı gibi gri.martılar açlığa bağrıyor balıklar dalgalara saklanıyor korkuyordu sanki kediler soğuktan titriyor üşüyordu ayak ucumda sanki bir tek sen aşkımı her bir cümlesine kalbimden bir parçayı nakış ettiğim sevdayı koynuna yorgan yapmış sıcacık uyuyordunkoskaca bir şehrin uyanışına aldırmadan anlatamadığın sevginin ağırlığı ağzını doldurmuş bir salya gibi yastığına süzülüyordu sendeki ben de olsa olsa bu iğrençliği emmeye çalışan başının altındaki yastıktan başka bir şey olamazdım. İlk vapur ayrılıyor iskeleden ne de kalabalık olmuş mahşer yeri misali bir sis bulutu içinde her çeşit ruh gerçektende bu dünyada misafir yüzlerce çoktan ölmüş beden beyhude bir yolculukta şu eski bank kovuyor mu nedir beni şiirler yaralamış kalbini birkaç manasız söz tahta vucudunda ağırlığım fazla gelmiş olsa gerek her şey başladığı noktada yine elveda diyemeden bu kedere birazdan yanına geleceğim senin için sıcak bir çay demleyip kulağına fısıldayacağım’’ günaydın sevgilim’’ diye

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Bekliyorum...

ne bu söylenenler şimdi
laftan bozma kahpe sözlerle mi açtı bu bahçeler
benim çiçeklerim değil mi sevdamı akıtıp yeşerttiğim gönlümde
kim bilir kaç çarşafta izin var da
yüreğinde aşk öksüz hala
uçurtmalar kaldı mı gökyüzünde bir bak
umutlarım da başka diyarlara göçte
el bağrında yeşeriyor sevdam
körelmiş gözlerimde solgun bir ben mi bu gördüğün
yoksa
ölmüş bir sen mi...
ses ver bana yüreğim
dört duvarda kaç farklı yüz vardı gecelerde
kaç kez dirildin toprağından yeni yeni sevdalara
kaç farklı ses duydun aşka dair kulaklarında
dinle...
hayır benim aşkım hüzünlü bir şarkıya teslim değil
yalancı bir falcıya muhtaç değil
büyük şehirin karanlık sokaklarında yalnız hiç değil
ellerimde ellerin
gözlerimde iki damla yaş
içimde bir parça umut
dudaklarımda ılık nefesin
ve cennet kokun burnumda
yüreğimde yüreğin varken sevgilim
hayır ne hüzünlü bir romanın baş kahramanıyım ben
ne de mutsuz bir sona yazılmış hikayem
bakma bana öyle bu gördüğün bir eser değil senden kalan
korkma karanlıkta yüzler hep böyle görünür
ölmedim aslında
beklemekteyim sevdanın mahşerini
şaşırma öyle, ufukta bir duman tütüyor evet
gördüm...
aşkımızı yüklenmiş bir gemi ufuktaki
bir gün gelecek
bir gün
herhangi bir gün
ama gelecek beni keşfedilmemiş bir aşk toprağına götürecek
bir sevda masalı başlayacak ahir zman içinde
sonu sana varan hiç bitmeyen bir rüya misali
bekliyorum şimdi
gebe kalmış yüreğinden sana doğacağım günü
tesbih taşlarında ismini heceleyerek bekliyorum
sabrı zikrediyorum dudaklarımda
dayanıyorum yüreğim...

25 Temmuz 2010 Pazar

Sevda "sus"uzluğu


Bugün bir kez daha anladım sevmenin bedeninde küf tutmuş bir alışkanlık olduğunu bugün üzüntülerimin dünya malı kadar geçici ve değersiz olduğunu öğrendim kaygısız cevaplarında ne yazık oysa kalbin sadece bedenine bir nefes can bahşederken değil en çok ruhuna bir damla sevda üflerken yaşamanın bir anlamı olurdu bilir msin? Nereden bileceksin sen sevdayı bir yemek gibi karın doyurma duygusuyla eşitleyip mutluluğa ulaşmaya çalışırken bir yalana iman etmektesin belki bilerek belki de bilmeden.bugün bir kez daha anladım bir şimal şehrinde özlediğim tek şeyin nemli bir sıcaktan başka bir şey olmadığını.içimde çaresizce boğulan bu duyguyu ölümün pençesinde son nefesinde yakaladım kendime geldiğim yerde gözlerin vardı ben umutsuz bir mahkum bir müebbet suçlu iken bakışlarında,sözlerim bir aşkla boğuşurdu yüreğimde tam peyda oluverecek derken konuşmamızın ortasında masaya gelen bir garson ya da aniden fırlayan bir dilenci çocuk gibi sözlerim içime akar kırmızıda bir süre bekler sonrada ufuktaki bir gemi misali kaybolurdu dudaklarımda; oysa o kaybolup giden gemide söyleyemediğim şey bakışlarının yazdığı cümlelerde fark ettiğim bir garip istiareydi; aslında gözlerini hep göçmen kuşlara benzetirdim gideceğin yeri bile bilmeden uçardın denizler üstünde sende sıcağa özlemliydin belki ama senin özlemin kavruk tenleri yakardı susuz yüreklere derman olamazdı asla. Geceleri sana benzetirim hep ağızlarına kilit vurulmuş karanlık derin bir suskunluk sanki ezelden esirgenmiş senden sözlerin mabedi bu dil. Öyle bir karanlık o karanlığını seven yıldızlardan bile habersiz… oysa nefes gibidir bende sözler damarlarımdaki kanı kalbime hızlıca pompalayan iffetsiz bir kahpe gibi kıvrılır nazlanır giriverir koynuma bazen silah gibi tek kurşunu başka bir alemin kapısı…susmak sevgilim, sanarsın ki en iyi cevap belki sabrın tek kalkanı belki de kadere emanet bir eylem gibi görünsede eylemsizliğin ta kendisi daha çok da çaresizliktir aslında, kabullenmek her şeyi ,haklıyken haksız olmak gibi ya da boşvermişlik içinde bir tutam umursamazlık… oysa başka bir dünyamız olmalıydı bizim gözlerimiz susarken sadece yüreklerimiz sevişmeliydi ama o dudaklar aşkı fısıldamalı bizi yaşatmalıydı hep seninle var ettiğim ömrüme bir destan yazmalıydı.
Gizem GÜZEY

15 Temmuz 2010 Perşembe

"O" ilk şiirim

İçimde biriktirdiğim umutlar kovuyor yalnızlığımı
Sensizliği silip atıyor geceden
Zifir karanlık korkularım akşamlarda
Gördüğüm bir tek gözlerin
Soyut bir düşün en somut parçası bakışların
Kahraman bir savaşçı misali korkusuz yüreğim
Seni kuşanmış bir zırh gibi,çelikten
Sabırlı ve hasretine dayanıklı
Ne yabancı eller değebilir bu yüreğe ne de seni alıp götürebilir en derininden
Sonbahar kadar yalnız,çaresiz dökülürse yapraklarım
bilirim geleceksin bir gün
Güneşi yüreğinde parlayan bir yaz sabahı gibi
sıcak ve nemli
yakacak yüreğimi aşkın alev elev ve
mutluluk yağacak gözlerime
bilirim geleceksin birgün
barışa susamış topraklar gibi
zafere kavuşacak aşk
ve yüreğim bir anne gibi aşkını ilk defa kucağına alacak
bir bahar şenliği içinde şarkısı çınlayacak sevdanın kulaklarımızda
ve ben çölde bir mecnun kadar susuz kalmışken aşkına
çağlayan yüreğinden içeceğim aşkı doya doya
kokunu bana getiren rüzgarlara
gecemi aydınlatan yıldızlara
her gün yeniden yeşeren umuduma
ve iyileşebilmem için gereken tek ilaca,zamana
sonunda senin olduğunu bildiğim her yola
selam edeceğim
gözlerimde hüznü silen bir rüzgar eserken nemli ve sakin
mutluluğuma ağlayacağım sessiz ve derin.


Gizem Güzey

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Ferhat'ın Hikayesi



dededen yadigar evi dün gibi hatırlıorum
bahcede ki salıncağımı sonra ortada içi boş bi havuz ama küçük..
tel bi örgü vardı arası toprak.Ne bitiyor bilmiyordum...
olan bitenden, ne haberim vardı
nede, nedenlerin sebeplerini anlaycak yetiye sahiptim.
çocuk olmak böyle birşey işte ...
bizim ev pazar yolundaki esnafların naraları kadar gürültülüydü
onlara mı özeniyorlar yada insanlar sağarmı die düşünmeye tam başlıyordum ki
büyümüşüm... portakal kabugunda güzelmiş...
eskilerde bıraktığım ve hala çocuk kaldığım o anlarda eksik olan sevinçlerim şimdi ise yok olmakla meşguller..malesef bu doğru
özlediklerim oluyor, keşkelerim boğuyo die devam edicem ama çok nasıl desem tregedyan bişi çıkıcak ortaya o yüzden bunu havada bırakıcamm...
çocuk kaldığım; evet... babamın cebinden çıkan en sevdiğim çikolata cebinde üretiliyor sandığım diyim yada işte o..
çocuk kalışlarımdan bitanesi.sonra anason kokan bi muhabbet balkonda..rakıdanmış geç öğrendim
o muhabbete çocuk kaldım...
adını hiç bilmediğim bi amca çıkıyor karşıma...yaşımı hatırlamıyorum ama hala omuzlara çıkacak kadar küçüğüm yada lider bi havam var bilmiyorum...bahsetmiştim ya babamın cebinde üretilen çikolatadan... işte onu almaya çalışır benden kahramanım babam beni kurtarır ve hayran oldugum adam benm sevgili babam...en çok buna çocuk kaldım...
yarım kalan yaramazlıklarım karpuzun çekirdekleri kadar kafa karıştrmazdı belki.. saymaya kalktınız mı bilmiorum ama bu bile çocuk kalmaya yeter heralde...
şimdi nerdeler??????????
karpuz çekirdekleri o meşhur çikolata salıncak yaramaz amca bak oda çocuk kalmış...
yarmaz olan herşey çocuktur... güzel...
kapatıyorum gözlerimi şimdi... evdeyim
ahşap merdivenler var. yukarda korkuların arasndan izliorum kendimi çocukluğum artık anason kokan muhabbetlerde ama benim kafamın içinde mayhoş bir tıngrtı var... eksik olan bişeyler var beklediklerim oluyor.
babamın omuzları hala şevkat kokuyor
kayboldugum sokakları daha yeni yeni buluyorum
eskiler 45plaklar kadar var pahabiçilemez markalar 8 kanallı televizyonlar radyo vs vs vs...

babama çocuuk kaldım
omuzları terli şevkatli ve ahşap artık...o olmasada çikolata biyerlerde


**çok tatlı bir arkadaş kendisi Ferhat Kahraman kendi kadar tatlı bir hikaye yazmış paylaşmak istedim onun bu hayalimdeki afacan halini sizinde görmenizi istedim..İstanbul yeni sahne karşınızda ferhat (=

ÖZEN"dim"

Annemin küçük kızı değilim artık diye isyan etsemde çoğu zaman,aslında gerçekten kalmak istediğim yer o sıcak kucak,olmak istediğim kişi o küçük kızdı hep.Seninle bir deniz kıyısında oturup, susmanı uzun uzun dinlediğim o günden beri özlem gözyaşlarımı daha bir çok savuşturur oldu.Bir kaşık dondurmayla denedim içimdeki ateşi söndürmeyi ama gözlerimin önünde oda eridi bir süre sonra.Heycanın bir tadı vardı seninle bakkaldan gizlice çalınan bir şeker gibi, özlediğim o küçük kız olmuştum yeniden yasaklar daha bir çekici... senin kadar olmasa da beyaz atında bir prens kadar cazipti hani!Sen mahallenin yaramaz çocuğu gibiydin seni dikdörtgen bir pencerenin gerisinde karşımda ilk gördüğümde büyük bir suç işlemiş, masum gözlerinde kendini affettirmenin derdini uzun uzun taşımış ve kılıcını kuşanmış,savaşa hazır bir şovalye gibi bütün cesaretinle karşımda duruyordun.Yanılmamıştım,öyle de oldu zaten kısa ömürlü ama ağır kayıplı bir savaş verdik içimizde kazananı olmayan bir savaş kaybeden sadece bir hiçti.Hatırlarım her halinde ruhunun, dudakların hep tebessümü resmederdi yüzüne.Şimdi bende "Hoşçakal" derken sana aynı gülümsemeyi yaşatıyorum dudaklarımda ve büyüyorum bir parmak daha.

** Bu yazı çok sevdiğim bir insan içindi paylaşmak istedim.Daha doğrusu "VEDA"mı bu şekilde yapmak istedim.Dalgın ve yorgun kendisi bu aralar,bir gemi kaptanı, dümeninin başında, gideceği rotayı çok iyi bildiğinden eminim.Dalgalı denizinde kendisine iyi yolculuklar diliyorum.Zaman kendisini hiç bekletmez umarım...

13 Temmuz 2010 Salı

Girizgah

Madem ki içimizden yazmak geldi başlayalım o zaman dostlar.Uzun zamandır bir romantik akımın içinde savruluyorum Allah sonumu hayır etmeli mi bilmiyorum doğrusu; ama bir şiir ülkem var bilgisayarımın belgeler klasörüne hapsolmuş.Saatimi bu zamana ayarlamamıştım aslında ama kısmet bugüneymiş bağımsızlığını isteyen küçük devletler gibi ayaklanan bu üç beş satıra daha fazla direnemedim ve bir anlaşma yaptık aramızda.Yakında özerk olacaklar.İçişlerinde serbest dış işlerde bana sonuna kadar bağlı kalacaklar(= merak etmeyebilirsiniz ama ben yine de atraksiyon olsun diye hemen kopyala yapıştır eyleminde bulunmayacağım.Sinemalarda artistik bir tonda kulağa bir ses gelir "coming soon" benim de olayım bu bebeğim (= abartmamın alemi yok biliyorum ama "içimden geldi" işte yazımı bitirirken hepinizi seviyorum gibi polyanacılık yapamayacağım kusura kalmayın. Beni bekleyin anacığım diyorum ve öpüyorum (=

Başımızın üstünde yer edinenler...